Fakirlik, Yardımlaşma ve İmtihan Üzerine.

on Wednesday, February 27, 2013

“Herhangi bir Müslüman çıplak bir Müslüman’ı giyindirirse, Allah da ona Cennetin meyvelerini ikram eder. Herhangi bir Müslüman susuz bir Müslüman’ı suya kandırırsa, Allah da ona ağzı mühürlü (el değmemiş) Cennet meşrubatından ikramda bulunur”. [Ebu Davud; Tirmizi]

Dünya imtihan dünyası. Yaşadığımız yeri, kişileri, şartlarımızı kendimiz seçmiyoruz. Bunlar bize veriliyor ve biz bir sınava tabi tutuluyoruz. İmtihanın bir diğer yanı da herkes aynı veya benzer şartlara sahip olmuyor, kimi fakir kimi zengin, kimi yetenekli, kimi değil, kimi zeki, kimi sıradan. Dünyaya gönderilişimizin ise amacı tek:

“(Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!” (Zariyat Suresi 56. Ayet)

Fakat var olan her şeyin tek bir sahibi var; Allah.

İnsanlara verilen imkân ve özelliklerin farklılığı nedeniyle insanlar birbirlerine ihtiyaç duyarlar, imtihanın bir diğer yönü de bu. Hiç bir zengin, “Benim kimseye ihtiyacım yoktur.” diyemez. Çünkü servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır; “Benim param var, kimi istersem çalıştırırım.” demesi bu gerçeği değiştirmez. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç oluyor demektir. Ne tarafa bakarsak bakalım bütün sosyal ilişkilerde böyle durumlarda karşılaşırız.

Bu birbirine ihtiyaç hali doğal olarak yardımlaşmayı ortaya çıkarıyor. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın. Günah işlemek ve aşırı gitmek üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan sakının, muhakkak ki Allah’ın cezası şiddetlidir” (Maide Suresi 2. Ayet) buyuruyor.

Madem dünya imtihan dünyası, bize düşen bu imtihanı kazanıp, cennete ulaşıp, Rabbimize kavuşmaktır. Bu ise oldukça basit ama sıkıntı şu ki, basit olanı yapmak zor.

Rabbimiz Kur’an’da: “(Ey ehl-i kitap!) Yüzlerinizi (ibadet maksadıyla) doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik (için yeterli) değildir; fakat iyilik o kimsenin (iyiliği)dir ki, (o kişi) Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap(lar)a ve peygamberlere îmân eder; ona (o elindeki mala) olan sevgisine rağmen malı akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köleler uğrunda verir; namazı hakkıyla eda eder ve zekâtı verir. Çünkü (onlar) söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirenler ve sıkıntı (fakirlik), hastalık ve savaşın şiddetli anında sabredenlerdir. İşte onlar, doğru olan kimselerdir. Takva sahibi olanlar da işte ancak onlardır”. (Bakara Suresi 177. Ayet)

Peygamber Efendimiz ise “Bir hurmanın yarısı ile bunu da bulamazsanız güzel sözle ateşten korununuz.” (Müslim, Zekât, 95), “Herhangi bir Müslümanın diktiği ağaçtan yenen, çalınan ve eksilen şey, o ağacı diken için sadakadır.” (Riyazü’s-Salihîn, I, 168).

Biri, Abdullah bin Abbas’a gelerek bir şeyler istemiş. Abdullah (ra.) ona:

“–Allah’tan başka ilâh olmadığına, Hazret-i Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ediyor musun?” diye sormuş;

“–Evet!”

“–Peki, Ramazan orucunu tutuyor musun?”

“–Evet!”

Bunun üzerine Abdullah (ra.):

“–Sen bir şey istedin, isteyenin hakkı vardır. Sana yardım etmek de bizim boynumuza borçtur.” diyerek adama bir elbise vermiş ve Daha sonra da şu hadis-i şerifi rivayet etmiş:

“Herhangi bir Müslüman diğer bir Müslüman’a bir elbise giydirirse, kardeşinin sırtında o elbiseden bir parça bulunduğu müddetçe veren kimse Allah’ın himayesinde olur.” (Tirmizî, Kıyamet, 41/2484)

Efendimiz güzel sözle de olsa ateşten korununuz diyor, yani bu bile bir şey. Bu kadar kolaylıktan sonra kimsenin mazereti olmamalı, buraya neden geldiğimiz de belli iken başka şeylerle meşgul olup asli görevimizi unutmak neden? Neden mi? Dünya imtihan için de ondan. İyi ile kötünün ayrılması için bu gerekli de ondan. Rabbimiz bizi yarattığında bizi biliyordu, ne yapacağımızı ne yapmayacağımızı, şu an bize kendimizi gösteriyor, aslında burada kendimizi tanıyor ve kendimizle yüzleşiyoruz ama çoğumuz bunun farkında değil ve her nefeste yine Rabbimize geri dönüyoruz.



View the
Original article

0 comments: