İslam’da Ticaret Anlayışı

on Sunday, March 10, 2013

İslam’da Ticaret Anlayışı

“Karşılıklı ticarette ticaret yaptığın kişinin namaz kılması seni kandırmasın”.

Ticaret kelimesinin sözlük anlamı “Kar amacıyla malın yer ve zaman faydasını artırarak alım satım faaliyetleriyle uğraşmak” şeklinde.

İslami açıdan ise ticaret, iki tarafın karşılıklı rızasıyla bir malı başka bir mal ile veya para ile değiştirmektir. Allah-u Teâlâ tarafından ticaretin helal kılınışının sebebi, insanın ihtiyaçlarının meşru yoldan karşılanmasıdır. Bu şekilde insanlar arasında, hırsızlık, yağmacılık, hilekârlık, yankesicilik gibi kötülükler önlenir, dolayısıyla düşmanlık kapıları kapanır, toplumda birlik ve düzen sağlanmış olur.

Sonsuzluk & İhtiyaçlar Ekseninde Ticaret

İnsan bedeni fani ama ruhu sonsuz. Ruh doğası gereği ölümü hiç aklına getiriyor çünkü o sonsuzluğa programlanmış ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, beden yaşlansa da ruh bunu kabul etmiyor, kabullenemiyor.

Bu yüzden insanın ihtiyaçları sonsuz diyebiliriz, en azından algı ve hissiyat bu şekilde. İhtiyaçlar sonsuz ve çok çeşitli, bazen bunları insanın tek başına yerine getirmesi çok zor hatta imkânsız. Dolayısıyla insan bu bazenlerin artması ile diğer insanlarla birlikte yaşamaya ve birbirlerinden karşılıklı faydalanmaya itmiştir. Netice itibariyle ortaya ticaret çıktı.

Ticaretle uğraşan kimseye Tüccar deniliyor, tüccar insanların ihtiyaç duydukları eşyayı halkın isteğine sunar. Buna karşılık, emeği ve masrafı karşılığında belirli bir kar alır. Ticaretle uğraşmanın amacı da budur.

Dinimiz kurallarına uymak şartıyla, ticareti helal kılmış ve hatta teşvik etmiştir. Peygamber Efendimiz, peygamberliğinden önce ticaretle uğraştığı gibi, Peygamberliği zamanında da ticareti övmüştür. “Ticaret yapınız! Helal paranın onda dokuzu ticarettedir.” buyurmuşlardır.

İstifçilik ve karaborsacılık ise dinimizce yasaklanmıştır.

Ticaret dinimizce ne kadar övülmüş ise,  bu işi yaparken ahlaki olmayan, kanuna uymayan yollara saparak topluma zarar vermek de o ölçüde yasaklamıştır.

Ticarette İhanet ve Aldatma

Mümin de olsa, ibadet de etse, insanlar herhangi bir dünya menfaati karşısında (ki bu imanına aykırı bir durumdur) zafiyet içinde olabilirler. Bu nedenle, özellikle ticarî, malî işlerde dikkatli olmak gerekir. “Mümin iki defa aynı delikten ısırılmaz.” (Buharî, Edeb, 83) mealindeki hadis-i şerif, bizi (bir mümine karşı hüsnü zan içinde olmakla beraber) nefsin hilelerini de göz önünde bulundurarak her zaman dikkatli olmaya davet etmektedir.

Peygamber Efendimizin bu konuda şu sözleri de son derece önem arz eder ve bize ışık tutar;

“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435)

“Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen  namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz.” (Kenzul-Ummal, h. No: 8436)

Konu sadece dini açıdan değil ayrıca sosyal ve toplumsal açılardan da son derece önemli. Bu konulara dikkat etmeyen ve göz ardı eden toplumların çürümeye, kokmaya ve netice itibariyle yok olmaya mahkûmdur diyebiliriz. Tabi bu süreçte toplumda ortaya çıkacak manevi hastalıklar nedeniyle insanlar arasında güvensizlik yayılır, Allah’ın rahmet ve bereketi toplumu terk eder, dünya ve ahiret mutluluğu hayal olur.

Müslüman hem kendine hem de dinine karşı sorumludur, o İslam’ın bir temsilcisidir. Onun yaptığı hatalar İslam’a atıfta bulundurabilir insanları ve tüm Müslümanları, dinin öğretisini bu şekilde tanıtabilir.

Eğer bir Müslüman; karşısındaki üzerinde en büyük emaneti olan sözlerini yerine getirmiyor, anlaşmalarını bozuyor, vaatlerini geçiştiriyor, çevresinde yer alan insanlara her defasında yeni sözler verdiği halde her defasında sözlerini unutarak, takip etmeyerek ve hatta çiğneyerek onları aldatmayı alışkanlık haline getiriyor, haksızlık ve zulüm uyguladığı onlarca kişiden sürekli beddua alıyor ve netice itibariyle üzerinde kul hakkı taşıyorsa, bu kişi kendi durumunu gözden geçirmelidir elbette ama ayrıca dinine ve dindaşlarına verdiği zararı da göz önünde bulundurmalıdır. Hâlbuki bu Müslüman, topluma iyi huy ve güzel ahlâkı ile örnek olması gereken biri, Allah’ın yeryüzündeki halifesi.

Allah’ın Elçisi yani Peygamber Efendimiz de insanın duygusal tarafını, imanın sesini duy(a)mayan menfaatperestlik ve çıkarcılık yönünü, imanlı vicdanın sesini boğan cüzdan tutkusu gibi, zayıf karakter yapısına işaret etmekte ve bunlar karşısında dikkatli olmaya sevk etmektedir.

Henüz kendisine peygamberlik gelmediği ve Cahiliye Mekke’sinde müşriklerle (Allah’a eş koşanlar, başka ilahlara da inanlar) arasında yaşarken Muhammed-ül Emin (Emin, güvenilir Muhammed) lakabına sahip olan bir peygambere tabi Müslümanlar olarak Efendimizin yüzünü kara çıkarmayalım.



View the
Original article

0 comments: